Sevgi bazen ”Seni seviyorum” cümlesiyle değil, değişik formlarda girer hayatımıza. Bazen sevdiğine yemek hazırlamak, bazen para vermek, bazen dokunmak gibi formlara bürünebilir. Bunlar henüz öğrenmediğimiz, ipuçlarını okuyamadığımız ifade biçimleridir. Birçok kişinin kafasında bir aşk öyküsü vardır: Romeo ve Juliet, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi. O aşkı bulmak için diyar diyar gezen, bulamayacağını düşündüğü için evlenmeyen bir çok kişi var. Bu kişilerin tek yapması gereken durmak ve etrafına bakmak; kendi kafasındakine uygun öyküyü ararken ya da sevdiği kişiyi o öyküye uydurmaya çalışırken yanıbaşındakini kaçırdığını farketmek. Eğer kişinin kendi kafasındaki öykü ”Hiç bir şey benim annemin yerini tutamaz, annem hayatta herkesten hep bir adım öndedir; sen de karım/kocam olarak annem ne derse desin, ne yaparsa yapsın saygını yitirmeyeceksin” ise bu kişi partnerini kaybetmek uğruna kafasındaki öyküye partnerini feda etmiş demektir. Bazen insanlar öykülerini partnerlerinden daha çok severler ve bunun yanlış olduğunu çok pahallıya mal olmuş bir şekilde öderler: Sevdikleri artık yanlarında durmayı kabul etmez. Hayatta öğrenilmesi gereken en önemli konulardan biridir bu: Sevdiğin kişiyi kafandaki öyküden daha çok sev. Şimdi soru şu: Sevdiklerinizi mi daha çok seviyorsunuz yoksa kafanızdaki öykülerinizi mi? Peki hiç düşündünüz mü Kerem ile Aslı evlenseydi nasıl bir evlilikleri olurdu?